İçeriğe geç

Histeri hastalığı neden olur ?

Histeri Hastalığı Neden Olur? Toplumun Sessiz Çığlığına Sosyolojik Bir Bakış

Bir sosyolog için her hastalık, yalnızca biyolojik bir durum değil, aynı zamanda toplumsal bir ifadedir. “Histeri hastalığı neden olur?” sorusu da tıbbın sınırlarını aşar; toplumun birey üzerindeki baskısını, cinsiyet rollerinin ağırlığını ve duyguların nasıl denetlendiğini anlamamıza kapı aralar. Tarih boyunca histeri, özellikle kadınlara atfedilen bir “duygusal taşkınlık” ya da “akıl dışı davranış” biçimi olarak etiketlenmiştir. Ancak gerçekte bu, bireyin değil, toplumun ruhsal yapısına ayna tutan bir olgudur.

Tarihsel Arka Plan: Kadın Bedeninin Tıbbi ve Toplumsal Denetimi

Histeri terimi, Antik Yunanca “hystera” yani rahim kelimesinden türemiştir. Hippokrates, kadınlarda görülen histerik nöbetlerin rahmin yer değiştirmesinden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Bu açıklama, yüzyıllar boyunca kadının bedenini hastalığın merkezi olarak kodlamış, “histeri”yi kadın doğasıyla özdeşleştirmiştir.

Ortaçağ’da histeri “şeytani ele geçirme” olarak yorumlanırken, 19. yüzyılda Sigmund Freud gibi psikanalistler histeriyi bastırılmış arzuların bir sonucu olarak tanımlamışlardır. Ancak bu tanımların ortak noktası, kadının toplumsal konumunu pasif, duygusal ve denetlenmesi gereken bir varlık olarak kabul etmesidir. Dolayısıyla histeri, kadınların “uyum göstermesi beklenen” toplumsal düzenin içindeki sessiz isyan biçimlerinden biri haline gelmiştir.

Toplumsal Normlar ve Bastırılmış Duygular

Modern sosyolojiye göre hastalık, yalnızca bedensel bir işlev bozukluğu değil, toplumsal normlara verilen tepkidir. Kadınların tarih boyunca “itaatkâr”, “sakin” ve “fedakâr” olmaya zorlandığı kültürel yapılar, onların öfkesini, arzularını ve korkularını bastırmalarına neden olmuştur.

Histeri, bu bastırmanın bedensel ifadesidir. Kadın, konuşamadığında bedeni konuşur; anlatamadığında beden tepki verir. Bu yüzden histeri, bir yönüyle toplumsal bir dil sorunudur. Kadınlar, duygusal sıkışmışlıklarını fiziksel semptomlarla dile getirir.

Bu durumun erkeklerde daha az görülmesi ise tesadüf değildir. Çünkü toplum, erkeklere duygusal alan değil, yapısal işlevler yüklemiştir. Erkek “yapan”, “inşa eden” ve “üreten”dir; kadın ise “bağ kuran”, “ilişkiyi sürdüren” ve “duygusal dengeyi sağlayandır.” Bu ayrım, cinsiyet rollerinin bedensel düzeyde bile nasıl içselleştirildiğini gösterir.

Erkeklerin Yapısal, Kadınların İlişkisel Rolü

Toplumun cinsiyet temelli işleyişinde erkekler genellikle sistemin dışsal fonksiyonlarını temsil eder: üretim, ekonomi, güvenlik, statü. Kadınlar ise ilişkisel bağların taşıyıcısıdır: aile içi duygusal düzen, topluluk içi empati, bakım.

Bu yapı, kadınların iç dünyasında sürekli bir “denge kurma” yükü oluşturur. Bir anne, eş ya da kız evlat olarak, herkesin duygusal bütünlüğünden sorumlu hissettirilen kadın, kendi duygularını bastırdıkça bedeni tepki vermeye başlar. İşte bu noktada histeri, bireysel bir hastalık değil, toplumsal bir göstergeye dönüşür.

Bu bağlamda şu soruyu sormak gerekir: Toplumun duygusal yükünü kim taşıyor — birey mi, yoksa cinsiyetin dayatmaları mı?

Kültürel Pratikler ve Histerinin Toplumsal Anlamı

Kültürler, duyguların nasıl yaşanacağını ve hangi sınırlar içinde ifade edileceğini belirler. Batı toplumlarında histeri, psikiyatrik bir teşhis olarak tarihe karışmış görünse de, modern dünyada hâlâ “aşırı duygusallık”, “panik atak” ya da “duygusal dengesizlik” gibi terimlerle yeniden adlandırılarak varlığını sürdürmektedir.

Doğu toplumlarında ise bu durum, “naz”, “duygusal duyarlılık” veya “kadın doğasının inceliği” gibi ifadelerle romantize edilir. Ancak bu romantizasyon, kadının öznelliğini yeniden bastırır; histeri, görünüşte kabul edilir ama gerçekte anlaşılmaz hale gelir.

Toplumlar, bireylerin duygusal yoğunluklarını kontrol altında tutmak için kültürel mekanizmalar kurar. Düğünlerde ağlamak serbesttir ama gündelik yaşamda öfke göstermek ayıptır. Histeri, işte bu çelişkili duygusal rejimlerin ürünü olarak ortaya çıkar.

Modern Dönemde Histeri: Yeni İsimlerle Eski Gerçekler

Bugünün şehirli kadını, geçmişin histerik kadınıyla aynı baskıları farklı biçimlerde yaşar. Kariyer, annelik, güzellik, ilişkiler — hepsi birer toplumsal performansa dönüşmüştür. Sosyal medya bile, duygusal denetimin dijital biçimidir. Görünürde özgür, ama görünmeyen bir şekilde denetlenen bu kadınlık hâli, histerinin çağdaş yüzünü oluşturur.

Erkekler için de durum farklı değildir. Duygularını bastırması beklenen erkek, stres, öfke ve kontrol kaybı arasında sıkışır. Ancak onun semptomları genellikle “agresyon” veya “saldırganlık” olarak adlandırılır; histeri etiketi kadınlara özgü kalır.

Sonuç: Histeri Toplumun Aynasıdır

Histeri hastalığı, bireyin değil toplumun ruhsal dengesiyle ilgilidir. Bastırılmış duygular, cinsiyetçi roller ve kültürel kalıplar birleştiğinde, beden konuşmaya başlar. Histeri, bir çığlıktır — duyulmayan, görülmeyen, ama hep var olan bir toplumsal ses.

Belki de sormamız gereken soru şudur:

“Eğer toplum duyguların özgürce ifade edilmesine izin verseydi, histeri diye bir hastalığa gerçekten ihtiyaç olur muydu?”

Okuyucular, kendi yaşamlarında bu bastırılmış duyguların izlerini arayabilir: Belki sessiz bir yorgunlukta, belki açıklanamayan bir gerginlikte. Çünkü her birey, farkında olmadan toplumun ruhunu bedeninde taşır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
prop money